Naif Karabatak


Zaman Mefhumunu Yitirdim

Uzaktan eleştirmek kolay derdim kendi kendime, bir de içinde o anı yaşayan ve yönetme durumunda olana sormak lazımdı, ilk fırsatta sordum. Adıyaman Belediye Başkanı Dr.Süleyman Kılınç'la yaptığım söyleşi...


Naif Karabatak Sordu, Belediye Başkanı Dr. Süleyman Kılınç Deprem Anını Anlattı:

“Zaman Mefhumunu Yitirdim”

 

Başlarken…

6 Şubat; 04:17. Sadece Adıyaman’ın değil, 11 ilin değil, Türkiye’nin değil, dünyanın depreme bakışını değiştirdiği bir tarih ve saat. İbret alır mıyız, onu zaman gösterecek. Deprem 11 ilde büyük yıkım ve ölüme neden oldu. Bunların içerisinde en büyük yıkım ve ölümün Adıyaman’da olduğunu düşünenlerdenim. 

Adıyaman Belediye Başkanı Dr. Süleyman Kılınç’la, Türkiye Tasarım Vakfı’nın İstanbul’da düzenlediği ve benim de katıldığım “Adıyaman’ın Yeniden İhyası” çalıştayından sonra, Haliç’te depremi konuştuk. Daha çok ilk üç güne odaklanmaya çalışsam da, deprem öncesi çalışmalar ve sonrası için düşünceler de ortaya çıktı.

Uzaktan eleştirmek kolay derdim kendi kendime, bir de içinde o anı yaşayan ve yönetme durumunda olana sormak lazımdı, ilk fırsatta sordum. 

Bir daha yaşanmaması dileğiyle…

***

-Sayın Başkanım, öncelikle ilin belediye başkanı olarak şahsınızda tüm Adıyamanlılara geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum. O güne, o saate hiç kimse dönmek istemez ama o anı anlamak, algılamak adına dönersek, 6 Şubat 2023 günü sabah 04:17’de, depremin olduğu anda neredeydiniz, ne oldu, neler hissettiniz?

04:17’de, evdeydik. Çok büyük bir sarsıntı ve gürültüyle uyandım. Sarsıntının şiddeti çok büyüktü ve resmen savuruyordu. Hanım yere düşmüştü. Üzerimize taş parçaları yağıyordu. O sarsıntıya karşı tutunmaya çalışıyoruz. Sarsıntı dinince, evde iki çocuk vardı, eşimi de onları da alarak dışarıya çıktık. Eşim ve çocuklarımı araca bindirerek, soğuktan korumaya, güvende olduklarından emin oldum.

-Kimseye ulaşmaya çalıştınız mı?

Evet ama kimseye ulaşılmıyor. Korumaya da ulaşamadım, başka bir personele de. 

 

İnsanlar Size Ulaşmaya Çalışıyor, Siz Hiçbir Şeye Ulaşamıyorsunuz

-İlk olarak ne yaptınız?

Eşim ve çocuğumu araca bindirdikten sonra aracıma atlayarak, enkazlara, etrafta yıkılan binalara doğru gittim. Sümerevler mahallesine gittim. Barbaros Hayrettin Mahallesine gittim. Maalesef tabii her yer ana baba günü. Enkazın başına gidiyorum, el yordamıyla bir şeyler yapmaya çalışıyoruz, herkes gibi. Elektrik yok, telefon yok, alet-edevat yok. Onca feryat figanın karşısında aciz kalıyorsunuz. İnsanlar size ulaşmaya çalışıyor. Siz hiçbir şeye ulaşamıyorsunuz. Böyle dramatik bir tablo. Tabii o ortamın vermiş olduğu, tramvatik bir ruh hali. Belli bir zaman sonra vali beye ulaşabildim, neredesiniz, ne yapıyorsunuz, koordinasyon nerede oluyor. Afad’daymış, oraya gittim.

-Gittim derken, sadece siz, tek başınıza değil mi, kimse yok. Şoför, koruma.

Hiç kimse yok, tek başıma. 

-Afad’a kadar araçla mı gittiniz?

Bir yere kadar araçla, sonra yaya. Çünkü her tarafta enkaz var, yolların çoğu kapalı. İnsanlar da size ulaşmaya çalışıyor. Hiç kimsenin bir başkasına ulaşamayacağı bir ortam. Afad’a gittik, sonra valiliğe döndük. O ara Adil Karaismailoğlu geldi.

-Adil bey geldiğinde saat yaklaşık kaçtı, hatırlıyor musunuz?

9 gibiydi. Ahmet Aydın beyle ve ekibiyle birlikte geldi. O ara yanılmıyorsam, zamanını tam kestiremem ama Tunceli Valisi geldi, Ordu valisi. Tunceli Valisi ekibiyle beraber gelmişti. 

-Enkaz altında kalanlara yönelik o arada ne yaptınız?

Tabii orada refleks olarak bir taraftan sürekli ne yapılabilir ne edilebilir, araç yok, gereç yok. Kendi ekibinize bile ulaşamıyorsunuz. Ulaştığınız ekibin de bir kısmı kendi can derdinde. Ya çocuğu enkaz altındadır ya da başka bir yakını. Zaten sınırlı sayıda aracımız var. O araçlarla ne yapabilirsiniz. Araç olsa bile profesyonel ekibin olması lazım. Dolayısıyla böyle bir tramvatik ruh hali. 

 

Tam bir Kıyamet Senaryosuydu

-Koordine nerede oldu?

Önce Afad’daydık, sonra valilikte ama binada ne su var ne elektrik var, garip bir ortam. Orada koordine olmaya çalışıyoruz. Bir taraftan telefonlar, bir taraftan feryat figanlar, bir taraftan yardım isteyenler. İnsanlar orayı basıyor, hepsi can derdinde. Defaatle yanıma gelip, ‘babamın sesini duyuyorum’ diyor. Orada AFAD’ın bir ekibi var. Onların yanına gidiyoruz, ‘bunu not alın’ diyoruz. Bir tane değil ki, bin 250 tane bina yıkılmış. Geriye dönüp baktığımda düşünüyorum, AFAD’da çalışan kişi sayısı 8 mi, 10 mu tam bilmiyorum. Bırakın 8 kişiyi, on kişiyi, bir binaya 30-40 kişi lazım. Bu da 40-50 bin profesyonel personel demek. Böyle bir ortam. Hakikaten tam bir kıyamet senaryosuydu.

 

Araçta ısınmaları için ücretsiz yakıt verdirdik

-Hem hava soğuk hem de insanlar aç, yeme ve barınma sorununa ne yaptınız?

Elbette, diğer taraftan depremden sağ çıkanların yeme, içme, barınma sorunu var. Çadır kurulması lazım, aç bu insanlar, susuz. Bir taraftan da hava çok soğuk. İnsanlar aracında ısınmaya çalışıyor, yakıt yok. Yakıt vermeye başladık. Arkadaşlara talimat verdik, yakıtları bedava vermeye başladılar. 

Yüzme havuzumuz var, orada hızlı bir şekilde gıda yardımları, giyim ve bir takım temel ihtiyaçları dağıtmaya başladık.

 

Zaman, zaman mefhumunu yitirdiğimiz zamandı

-Tahminen gıda başta olmak üzere ilk yardımları saat kaçta vatandaşa ulaştırdınız.

Bunlar peşpeşe geliyor.

-Daha çok depremin ilk üç gününde yaşananları öğrenmek istiyorum.

İlk üç gün içerisinde oldu ama saat şu, zaman bu diye hatırlayamam, zaman mefhumunu yitirdiğimiz bir süreçti.

-İlk belediye personeline ne zaman ulaştınız?

Ben sabah ulaşamadım, depremden birkaç saat sonra güvenlik bana ulaştı ama zamanını tam söyleyemem. Dediğim gibi o anki ruh hali, tamamen refleks olarak işliyor, beyin bazı şeyleri siliyor. Çünkü çok travmatik bir süreç. Öyle bir süreç ki, zamanın nasıl ilerlediğini bilmiyorsun.

 

İkinci depreme valilik kavşağında yakalandım

-Belediyenin yıkıldığını ne zaman öğrendiniz?

O gün, gün içderisinde bana söylediler. Öğleye doğruydu oraya gitmek için yola çıktım. İkinci deprem olduğunda, 13.20’ydi değil mi, o zaman valilik kavşağındaydım. İkinci depreme orada yakalandım. Resmen yolda duramadım. Kavşağa gelirken enkazlara bakıyor, depremin verdiği hasarı gözlerimle görüyordum. İsias Otele, onun yanındaki binalara baka baka kavşağa geldim ve orada ikinci depreme yakalandım. Tek başıma dolaşıyordum. Yol resmen yılanvari hareket ediyordu. Öyle kıvrılıyor, sallanıyor, sağa sola gidiyordu. Ayakta durmak mümkün değil. Kavşak resmen dönüyor. Deprem durduktan sonra belediyeye gidebildim ve o manzarayı gördüm.

 

Birisi telefonumu elimden alıp yere vurarak kırdı!

-Birisi telefonunuzu kırmış, nasıl oldu?

Herkes arıyor, size ulaşmaya çalışıyor, basın senle bağlantı kuruyor, ona göre cevap veriyorsun. Öyle bir zaman geçiyor ki, sanki bir baktım, ertesi sabah olmuş. Zamanın nasıl geçtiğini bilmiyorum. O ara dışarıya çıktım. Telefonla konuşuyorum. Birisi telefonumu aldı, yere vurdu, kırıldı. Tüm iletişimim kesildi. Ne kimseyi arayabildim ne de kimse bana ulaşabildi. Bir süre sonra arkadaşlar bir telefon buldu ama arayacağım numaralar yok. Sonra sonra yapıldı ama iletişimim bir süre kopuk kaldı.

 

Üç günümüz feryat figanla geçti

-Özetlersek üç gün boyunca neler yaptınız?

Üç günümüz böyle feryat figanla geçti. Barınma, giyinme, temel ihtiyaçlar noktasında geçti. Bir taraftan da enkazların başına gidiyorsunuz ne yapabilirsiniz diye. İnsanlar sana bakıyor, sen insanlara. Onlar senden bir şey bekliyor, elin kolun bağlı. Böyle garip bir ortam. Üç gün maalesef Klostrofobik bir ortamdı. (Klostrofobi, kapalı alanlara karşı duyulan irrasyonel bir korkudur. Kişiler asansör, tünel veya metro treni gibi kapalı alanlarda bulunmaya karşı ciddi bir kaygı veya korku hissedebilir. Kişiler hissedecekleri kaygıyla birlikte kontrol kaybetme duygusu ve ciddi bir korku yaşayabilirler. NK)

Hakikaten tramvatik; hem ruhen hem fiziken. İki üç günümüz bu ruh haliyle geçti.

 

Depremde birinci derecede 25 yakınımı kaybettim

-Depremde kaç yakınınızı kaybettiniz?

Birinci derece diyebileceğimiz 25 kişi kadar. İkinci dereceyi sayarsan yüzlerce…

-Şunu öğrenmek istiyorum, ortamı çok güzel anlattınız. İnsanlar can derdinde. Herkes el uzatacak birisini bekliyor. Enkaz altında sevdikleri var. Daha doğrusu enkaz altında insan var. Araç yok, gereç yok. Olanlar çok az ve yetersiz, onlar da AFAD’ın kontrolünde kullanılıyor. Sizin yakınınız da çok. Şöyle düşünen ve bunu dillendiren yakınınız oldu mu, Süleyman başkan hem akrabamız hem doktor hem de belediye başkanı, bize öncelik versin gibi…

Tam tersi oldu, onlardaki tevekkül kimsede yoktu sanki. Herkes gibi amca çocukları da beni aradı ama utanarak arıyor. Ailesinin tamamını kaybeden yakınım vardı. Enkazdan 7’inci, 8’inci günde çıkarılan oldu. Beni arayanlar bile çekinerek arıyor. Gerçi yaptığım veya yapacağım bir şey de yoktu. Herkese neyse onlara da aynıydı. Çekinerek arıyorlar ve öyle bir özel muamele talepleri ne onların olur ne de ben yaparım. 

 

40 yıllık arkadaşımın enkazına gidemedim

-Yakınlarınızın cenazesine veya taziyesine gittiniz mi?

9’uncu günden sonra birinci derece yakınlarımın taziyesine gidebildim. Cenazelerine gidememiştim. Başkan vekilim Şerif Ayaz bey, çocukluğumdan beri 40 yıl arkadaşlığımız olan birisiydi. Okulda aynı sırada oturduk. Her şeyimi, tüm sırlarımı paylaştığım birisiydi. Onun da ne cenazesine gidebildim ne de enkazına. Haberim vardı enkazda olduğundan ama gidemedim. Bir de şu oldu, o andan itibaren herkes benim yakınım gibiydi. Kimseye özel bir ihtimam göstermeme gerek yoktu, hepsi yakınımdı. Belki bu, hekim olmanın getirdiği bir alışkanlıktı. Bu benim yakınım, bunu tanımıyorum diye bir bakış açınız olmaz, kim olursa olsun kurtarmaya odaklanırsınız.

 

Deprem Büyüktü, Yıkım Büyüktü

-Durumun vahametini ne zaman kavradınız?

İlk andan itibaren fark ettim. Deprem büyüktü, yıkım büyüktü, ölüm çoktu, travma büyüktü ama korkunç da bir yoğunluk var. Şöyle burada oturduğumuz gibi oturup, ‘ne yapabiliriz’ diye düşüneceğin ne bir ortam var ne bir zaman. 

 

Dramatik ve tramvatik bir süreç

-Yoğunluktan bahsetseniz, insanların valiliğe doluşması, yardım istemesi..

Üç beş gün korkunç bir yoğunluk. Gelenler, gidenler. Bazen bir şey oluyor, diğerini unutuyorsun. Mesela birisiyle uğraşıyorsun ama diğeri geliyor, bakıyorsun ki onunki daha vahim. Her olay tramvatik, herkesin derdi bir diğerinden fazla. Ona bakıyor, diğerini unutuyorsun, sonra diğerini. Başka birisi geliyor, bu defa ona yöneliyorsun. Bir bakıyorsun iki üç gün gitti. Bir taraftan da temel hizmetlere ihtiyaç var. Vatandaşın suya ihtiyacı var. Suyu temin etmemiz lazım. Ekibi organize ettik. Altınşehir’de, en azından bazı mahallelere su verelim. 

 

Yüzyılın değil, asırların depremiydi

-Tabi salgın korkusu da var

Su olmazsa bu defa korkunç bir hastalık baş gösterecek. Çok şükür kısa sürede altyapı çok eski olmasına rağmen, bizim arkadaşlar ve dışarıdan gelen belediye personeliyle birlikte, Allah razı olsun. Özellikle Erzurum, Şanlıurfa belediyesinin altyapı ekibi de gelmişti, bize destek oldular. Hepsine de çok teşekkür ediyorum. 

Temel ihtiyaçları karşılamazsanız, yaşayan insanımızı da kaybedebiliriz. Salgın hastalık baş gösterirse önünü alamayız. Biliyoruz ki, depremden sonra çoğu insan salgından ölüyor. Çok şükür, biz bununla karşılaşmadık. Hakikaten olayın vahameti noktasında, değil yüzyıl, asırların bir depremiydi.

 

Aciz kaldık ama bunu canı yanana anlatamazsınız

-O ortamda insanoğlunun ne kadar aciz olduğunu düşündünüz mü?

Tabii ilk anda ne araç var ne gereç, insanlar feryat figan ediyor ama hiçbir şey yapamıyorsunuz, eliniz kolunuz bağlı. Bin 250 tane bina yıkılmış, her birisine 30-40 profesyonel kurtarma personeli gerekiyor. Bu da yaklaşık 50 bin kurtarma personeli demek ve her binaya üç araç lazım. Bu da 3 bin 750 araç demek. Vinç, kepçe, kırıcı delici.. bir sürü araç gereç. Bunu orada canı yanana anlatamazsınız. Gerçekçi olmamız lazım. Adam geliyor, kızıyor bağırıyor. Ben sarılıyorum, onla birlikte ağlıyorum. Adam haklı. Bana bağırsa da, kızsa da ben ona sarılmak zorundayım. Adam haklı. Tamam ben acizim; ne aracım var ne elemanım. Adam da haklı, canı yanıyor. Gerçekçi olmak lazım, biz aciz kaldık. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir ülke bunun altından kalkamaz. 

 

İlk anda yapacağımız çok bir şey yoktu

-Aynı zamanda vali bey de siz de, ilin yöneticilerinin tamamı da depremzede bu arada.

Depremzede olmasak bile, elimizdeki araçlarla ancak üç binaya gideriz, dördüncüye gidemeyiz. Orada bizim yapabileceğimiz çok bir şey yoktu. 11 ilde 400 kilometrelik bir alanda oldu. Tabii bunu canı yanana anlatamazsın, empati yapmak lazım. “Bana ne?” der, “Devlet gelsin kurtarsın” Saygı duymamız lazım. Ama böyle de bir realite var, bu bilinmeli. Japonya gibi disiplinli çalışan bir ülkede bile 1995 depreminde, bizden daha hafif ve daha derinde meydana gelen depremde, 2 gün sonra depremzedelere ulaşabildiklerini söylediler.

 

35 belediye personeli depremde vefat etti

-Depremde kaç belediye personelinizi kaybettiniz?

Maalesef 35 personelimizi kaybettik. Bunlardan birisi de başkan vekilimiz Dr.Şerif Ayaz beydi. Şunu da söyleyeyim, bu diğer belediyelere de örnek olmalı diye düşünüyorum 35 personelin yerine, 35 yakınını işe aldım. Bu, aynı zamanda sosyal bir dayanışma örneğidir de.

-Adıyaman’a ilk yardım ne zaman geldi?

Tunceli ekibi 4-5 saat sonra geldi. Jandarmayla birlikte kurtarma ekibi de vardı. Şanlıurfa’dan, Siverek’ten geldiler. Profesyonel olmasa da az sayıda ekip ilk zamanlarda geldi.

-Belediye ekibi mi bunlar?

Evet, belediye ve STK’ların. Vatandalar da hem gıda hem araç olarak destek verdi. Tabii birer bir şu, şu saatte geldi diyemem. Geldi ama kaç kişi geldi, ne kadar araç, gereç ve yardım malzemesi getirdi, bunları bilmiyorum. Onu daha çok valilik koordine ediyordu. Ama şunu biliyorum, uzaktan gelen yardımlar 18 saat sonra ulaşabildi, yollar kapalıydı. Gelen yardımlar daha çok doğudan ve güneyden geldi. Güneyde de Şanlıurfa’da kendi derdine düşmüştü ama buna rağmen bize de ulaştılar. Siverek, Mardin, Batman’dan geldi. Şunu da söyleyeyim, yakın yerlerden 4-5 saat sonra yardım geldi ama olayın vahameti, ortaya çıkan dramatik tabloyu düşündüğünüzde çok az olduğu görülecektir. Bin 250 tane bina yıkılmış. Her binaya 30-40 kurtarma personeli lazım. 40-50 bin kurtarma personeline ihtiyaç var. Bu ekibe kısa zamanda ulaşmak, dünyanın hiçbir yerinde mümkün değil. Gelen yardımlar da yeterli değildi. Bu kadar vahim bir tabloya, gelen yardımlar yeterli olmazdı zaten. Öyle bir tablo ki, yardımın gelmesi gereken yerler de kendi derdine düşmüş. Hatay kendi derdinde, Kahramanmaraş kendi derdinde, Malatya kendi derdinde. 

-Adıyaman’a gelen yardımlara el konulduğu da söyleniyor, bu doğru mu?

Bu yönde bizim de duyumlarımız oldu. Gelen araçlara, yardım malzemelerine el konulduğu noktasında ciddi bilgilerimiz var.

 

İlk gün bin 500’e yakın cenaze geldi

-İlk günlerde enkazdan çıkan cenazeler nasıl gömüldü?

Depremden birkaç saat sonra bana ulaşarak “Hastanede korkunç bir yığılma var, cenazeleri ne yapacağız” dediler. Hastanenin yanında bulunan Soğuk Hava deposuna konulmasını istedim. İlk gün bin 500’e yakın cenaze geldi. Tabii ki cenazeleri kaldırmak için araç da yeterli değildi. Daha sonraki günler çevre illerden de cenaze aracı geldi ama ilk gün yetersizdi. Panikledik, mezarlık da yetersizdi. Arkadaşlara söyledim, mezarlığın yanındaki arazilere bakmalarını, almak için koordine olmalarını söyledim. Çok şükür o kadar ilerlemedi. İlk gün yoğunluk oldu, ondan sonra giderek azaldı. İlk günlerde defin işlemi teyemmümlerle, yıkanmadan, kefenlenmeden yapılmak zorunda kalındı. İlk gün mezarlığa da gittim. Orada da çok dramatik bir tablo var. Hakikaten insanoğlunun gücünü çok çok aşan bir tablo vardı Adıyaman’da.

-O kargaşada, düşüncenizi merak ediyorum. Herkes bağırıp çağırıyor, valiliğe doluşuyor, yardım istiyor, siz orada ne kadar sağlıklı düşünüyor ve uyguluyorsunuz, merak ediyorum.

Daha çok insanlara nasıl yardım edebiliriz diye düşünmek istiyorsunuz ama o zaman size kalmıyor. İnsanlar feryat figan ediyor. Birisi geliyor, ‘babamın sesi geliyor’ diye. Alıyorum AFAD’ın başındaki arkadaşlara götürüyorum, hemen şurada diye yerini tarif ediyorum. Karşı tarafta bir başkasının sesinin geldiğini, diğer taraftan başkasının. Öyle bir süreç ki, çok hızlı ilerliyor, mekanik hareket etmek zorunda kalıyorsunuz. Zamanı ayarlama, planlama şansınız yok. Kendi mecrasında ilerliyor. Daha çok kurtarmaya odaklanıyorsunuz. Gelen yardım talepleri, barınma talepleri, yer bulma çabası. Kar kış, hava soğuk Adıyaman tarihinde görülmedik bir de soğuk var. İnsanlar üşüyor, barınmak için yer kısıtlı. O ara Yüzme Havuzunu bile halka açtık. Dediğim gibi dingin kafayla düşünecek, karar verecek bir zaman yok. Tamamen otomatikleşmiş bir şekilde ve anlık olarak karar verebiliyorsunuz. 

Ben insanların canını kurtarma, insanlara nasıl yardım eder, nasıl kurtarma aracı gönderebilirim.. hep bu minvalde gitti. 

 

-Belediye Başkanısınız ama aynı zamanda bir de babasınız. Aile reisisiniz. O ortamda herkes kendisini, ailesini ve çocuğunu düşünür. Sizin o anki psikolojiniz nasıldı?

Çocuklar ve eşim yanımdaydı. Depremden sağ çıkınca hemen çıktık, onları araca bindirdim, aracı çalışır vaziyette hem korunmalarını hem ısınmalarını sağladık. 

-Ev yıkılmadı değil mi?

Yok yıkılmadı ama duvarlar yıkıldı, taşlar düştü. Nasıl olsa onlarda sıkıntı olmayınca o dediğiniz psikolojiyi ilk andan yaşamadım. Valilikle koordine olarak ne yapabiliriz derdine düştük.

 

3-4 ay sonra sakal tıraşı olabildim

-Depremden sonra ilk sakal tıraşını ne zaman oldunuz?

Tam hatırlamıyorum ama 3-4 ay sonra tıraş oldum.

 

Ne zaman yemek yediğimi ve ne yediğimi hatırlamıyorum

-Depremin ilk saatleri geçtikten sonra ilk yemeği ne zaman yediniz?

Saati hatırlamıyorum, ne yediğimi bilmiyorum, ne zaman yediğimi bilmiyorum ama sanırım ayaküstü bir şeyler atıştırdım. Hiç hatırlamıyorum, hiç hatırlamıyorum. Haftalarca düzenli bir yemek yediğimi de hatırlamıyorum.

 

-Daha önce bahsetmiştiniz, Japonya’daki depremde nasıl toparlandılar diye Japonya’ya da gittiniz, nasıl toparlanmışlar?

Japonya’daki depremin derinliği çok fazlaydı, yüz kilometre, iki yüz kilometre. O depremle bizim depremi karşılaştırmak mümkün değil. Bizimki zemine 7,5 kilometre, onlarınki 200 kilometre.

Çok ciddi bir şekilde bilimi de sorgulamamız lazım. 2000 yılına kadar Adıyaman 4’üncü derece deprem bölgesiydi.

 

-Deprem öncesi, depreme yönelik belediye olarak neler yaptınız?

Depremden önce 2 yıl uğraştım bir kurtarma makinası zar zor alabildim. Geçen yıl söz vermişlerdi, bu yıl alabildim. 

Burası deprem bölgesi diyoruz ama veriler öyle demiyor. 

Hatta Boğaziçi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsüyle de görüştük, Karadağ’a deprem ölçüm cihazı da takılacaktı ama deprem oldu. 

Bunlar depremden önce yaptığımız çalışmalar. Hatta çalıştaylar yaptık. Fakat biz Adıyaman için değil, diyoruz ki, Çelikhan’da, Gölbaşı’nda olursa nasıl yetişiriz, diye düşünüyoruz. Hazırlığımız da o yönde. Adıyaman hiç aklımızın ucundan geçmiyordu. 

 

Herkes kendisini sorgulamalı, bilim adamları da

-Adıyaman’da deprem olacağını hiç düşündünüz mü?

Elbette deprem olur ama bu şiddette olacağını düşünmek mümkün değildi. Bu, bilimsel olarak ortaya konmuş değildi. Bakmayın şimdi, bilim adamları çıkıyor, ‘biz dedik’ diyorlar, hikaye. Bunu açıkça söylüyorum, bilim adamları bunu öngörmemişti. Mesela o günkü Yeşilyurt’taki depremden sonra bir bilim adamı çıkıyor diyor ki, ‘Benim bu fay hattından haberim yoktu’. Düşünebiliyor musunuz. Amacım burada topu birisine atma değil, bu konuda toplumsal bilincin oluşması gerektiğine dikkat çekmek. 

 

Toplumun umuda ihtiyacı var

-Özeleştiri yapıyor musunuz?

Tabii ki dar çerçevede ciddi özeleştiri yapmamız gerekir ama toplumun umuda ihtiyacı var. Hiçbir bahaneye sığınmadan, topluma umut vermemiz lazım. Biz şahsımızı düşünemeyiz. Bu toplumun umuda ihtiyacı var. Biz ah vah edersek onlar daha da ağlar. Mümkün mertebe yöneticilerin, seçilenlerin, sivil toplum örgütlerinin halka umut vermesi gerekir. Zaten insanımızda umut yok, üstüne sen de olumsuz şeyler söylediğinde, ortaya daha dramatik bir tablo çıkıyor. Gerçekçi olmak lazım. Şehrin dinamiklerini, realitesini görmemiz lazım. 

 

Bu Şehir yeniden kalkınmalı

-Adıyaman’da neler yapılmalı, neler yapılacak?

Bu şehir yeniden kalkınmalı. Çok söylüyoruz ama bu şehir sıfırdan planlama yapalım. Mümkün değil, yok böyle bir dünya. O yüzden daha lokal gidilmesinden yanayım. Önceleri bahsettiğim gibi Mara, Musalla, Ulucami mahallelerinde kentsel dönüşümle yepyeni bir sayfa açabiliriz. Al burayı yap. Örnek olarak TPAO Adıyaman’a konut veya ticari alan yapmak istiyor. Dedik gelin, belediye binasından, Atatürk Bulvarına kadar olan yeri, hak sahipleriyle de anlaşarak size verelim. Burayı sosyal donatılarıyla birlikte yapın. Böyle böyle lokal gitmezsek başaramayız. Şuraya yol açalım, buraya yol açalım diye teorisini yapmak kolay, pratiği zor olur. Biz, lokal dokunuşlarla gitmemiz lazım. Tabi bu işin fiziki boyutu. Ama bu şehrin bir an önce istihdama, üretime ihtiyaç var. Yani bu şehrin zenginliğe ihtiyacı var. Yoksa insanımızı Adıyaman’da tutamayız. Çok ciddi katma değer üretecek bir sektöre ihtiyaç var. Bu savunma sanayisi mi olur, bir başkası mı.. Defaatle konuşuyoruz, Turuş’taki Organize Sanayiye TOGG’un bir parçasını, ne bileyim, çok ciddi katma değer sağlayacak bir sanayi koluna ihtiyacımız var. Tabii tarımımız fena değil. Çiftçimiz fena değil ama şehrin de beslenmesi lazım. Hem köy hem şehir bu açıdan beslenmeli ki, insanımızı burada tutalım.

 

Çok Şansız Bir Belediye Başkanı

-Çok şansız bir belediye başkanı olduğunuzu söyleyen oldu mu bilmiyorum, önce pandemi, sonra deprem, sel. Hiç ‘nereden düştüm. Ne güzel işim vardı’ dediğiniz oldu mu?

Bildiğiniz gibi bizim hiçbir zaman belediye başkanlığı gibi bir derdimiz olmadı. Emanet düşüncesiyle bu iş kabul ettim. İlk geldiğimiz günden itibaren, bir buçuk iki yıl pandemiyle uğraştık. Sonra Adıyaman tarihinde görülmeyen bir kar yağışı tablosuyla karşı karşıya kaldık. Altyapı çok ciddi zarar gördü. Ekonomik krizlerle birlikte son olarak deprem ise işin üst noktasıydı. Bu bahsettiğiniz konuyla ilgili arkadaşlar geçen yıl bana takıldılar; ‘başkanım senin döneminde başımıza gelmeyen kalmadı, bir taş yağmadığı kaldı.’

Deprem, sadece bu asrın değil, asırların depremi diyebiliriz. Bu da bize denk geldi. Tüm bunlara rağmen, şükretmek lazım. Sabretmek lazım. Tevekkül etmek lazım. Bizim inancımız da bunu gerektiriyor. Belediye başkanlığı ağır bir sorumluluk. Ağır bir misyon ve ağır bir vebaldir. Gücümüzün yettiği kadar bunlarla mücadele ediyoruz.

 

Deprem öncesi belediye çalışmalarından kısaca bahsetsek..

Buradan da tüm samimiyetimle, rahatlıkla söyleyebilirim, yaptığımız yatırımlar, aldığımız araçlar, belediyenin bütçesini de düşündüğümüz zaman, değil AK Parti döneminde, Adıyaman belediye tarihinde, bu kadar yatırım yapılmadı. Şu an borcumuzu kapatacak seviyedeyiz. Sadece aldığımız araçları söyleyebilirim size, en basiti, 4 yılda aldığımız araç sayısı, şu ana kadar, daha önceki dönemlerde alınan araç sayısı kadardır. Bizim düşündüğümüz, devlete yaptırdığımız, iki battı çıktı, Millet Bahçesi, Kuşaklama kanalı.. gibi seçim öncesi vadettiğimiz kültür merkezi vardı onu da bakanlığa verdik, bakanlık İnşallah onu yapacak. 

Seçim öncesi vadetmediğimiz ama yaptığımız çok daha fazla iş var. 31 milyon Euro hibe aldık. Şimdi altyapıyla ilgili başka bir hibenin peşindeyiz. Katı atıktır, tıbbi atıktır, asfalt plent. Bu arada şunu da söyleyeyim, ulaştırma bakanlığı bile bizim asfalt plentten istiyor. Şire Pazarı, Gençlik Merkezi, tarihi konaklarımızın alınması.

Pandemi döneminde, bütçesine göre belki Türkiye’de esnafa en fazla yardım yapan belediyeyiz. Tüm bunlara rağmen, şu an borcumuzu kapatacak seviyedeyiz. Yerinde olmayan, efektif bulunmayan, gereksiz hiçbir yere harcama yapmıyoruz. Yapılacak yatırımları da mümkün mertebe devlete yaptırmaya çalışıyoruz. 

Şu an bir 1 megavatlık bir GES yaptık. Nerden baksan maliyeti 40 milyona yakın. Onu da hibe aldık. 4.6 megawatlık bir GES’i daha İnşallah yapacağız. Onaylanmıştı, ancak deprem nedeniyle ötelemek zorunda kaldık. Tekrar başvuracağız. Sosyal gelişim merkezi, ayakkabı kent bin 500 kişiye istihdam kapısı olacak. Tarım Mükemmeliyet Merkezi, tarımın katma değerini arttıracak. Bunlar hep eş finansmanla kazandırdığımız projeler. Bir taraftan istihdam, bir taraftan kültürel ve sanatsal faaliyetler, bir taraftan altyapı, üstyapı.

Adıyaman çok bakir bir yer, hizmete çok ihtiyacı var. Bütün bunlar lütuf değil, bunların çok önceden bitmiş olması gereken yatırımlardır. 

-Daha fazlası yapılabilir miydi?

Elbette, belki çok daha fazlası yapılabilirdi. Bizim gücümüz buydu, vizyonumuz buydu. Belki bizden çok daha değerli işler yapacak arkadaşlarımız olabilir.

 

Daha hızlı davranabilirdik

-Yapamadık dediğiniz ne var?

Şunu da yapamadık dediğimiz barajı ıslah edebilseydik. Adıyaman’ın hemen dibinde. Hem spor anlamında hem ekonomik anlamda hem yeşil kuşak anlamında ve halkın, özellikle hafta sonları soluklanması anlamında iyi olacaktı. Bir bunu yapmak isterdim. Bunun yanında şehrin estetize edilmesiydi. (Kent kimliğini koruyarak yapıların tasarlanması), Talat’ın Konağı’nı önceden bitirebilirdik. Yakında ihaleye çıkacağız. Tarihi Çarşıyı bitirmiş olabilirdik. O konakları ve o bölgeyi biraz daha hızlı hareket edebilir, toparlayabilirdik. Kentsel dönüşümü biraz daha hızlandırabilirdik. Tabii sizin planlama yapmanızla vatandaşın ne düşündüğü örtüşmeli, izin verip vermemesi önemli. Bu da bir bariyerdir. İnsan istiyor ki, her projede hızlı gide ama bazen çeşitli engellerle istediğiniz hızda ilerlemiyor.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, ekonomik kısıtlamaya rağmen, ekonomik krizlere rağmen, hiçbir yatırımdan vazgeçmedik, taviz de vermedik.